Gülhane Parkı benim için, İstanbul’daki her yerden daha farklıdır. Üniversite yıllarımda ne zaman içim sıkılsa; yürüye yürüye Gülhane Parkı’na gider kendime gelirdim. Orasının atmosferi bir başka. Bir banka oturup da sadece etrafı izlerken bile insan tüm derdini kederini sıkıntısını unutuveriyor.
Gülhane Parkı her mevsim güzelliğinden hiçbir şey kaybetmese de; en çok ilkbahar mevsiminde tercih ediliyor. Rengarenk çiçekleri, özellikle Nisan ayındaki laleleriyle aklınızı başınızdan almaya hazır şekilde gelmenizi bekliyor.
Biz de fırsatını bulup bu Nisan’da da gidelim istedik. Ama sanırım birazcık erken gelmişiz. 2 Nisan tarihinde lalelerin durumu budur. Henüz açmalarına bir kaç gün kala gitmiş olduk. Benim için sorun değil, ben kışını bile seviyorum ama Aybike Esra ve Kerem Hakan lale hevesi ile gelmişlerdi. Bir kaç tane erken açan lale ile hasretimizi gidermeye çalıştık. Diğer çiçekler de bize eşlik ettiler.
Benim bu parktaki favori mekanım giriş kısmındaki bu havuzdur. Tarihi taş duvarlarla çevrelenmiş bu eşsiz bahçenin ön bölümünde yer alan bu havuz, oturup uzun uzun suyu seyredip hayallere dalmak isteyenler için bir numaralı tercih. Aybike de uzun uzun baktı bu havuza. Kim bilir neler geçti aklından. Ama bence annesi gibi o da sevdi burasını.
Eğer araç ile gelecekseniz, Sirkeci-Yenikapı güzergahından giderek Gülhane Parkı’nın sahil kapısının tam karşısındaki ücretli otoparka arabanızı park edebilirsiniz. Ön tarafta sıkıntı olacaktır sizin için. Araçsız gelecekseniz en iyi seçenek: tramvay.
Parkın sahile bakması sebebi ile esinti olabilmekte. Bunun için çocuklarınızın üzerine hırka tarzı bir şey almayı unutmayın. Tabi diğer her türlü teçhizatın yanında.
Parkın içerisinde bir müze ve cafe var. Müzeye daha önce gitmiştim. İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi. Gezilesi, görülesi bir yer. İslam bilginlerinin buluşları ve süreçleri bu müzede sergileniyor.
Cafesi de hoş bir yer. Soluklanmak ve bir şeyler içmek için tercih edebilirsiniz. Tabii bu eşsiz parktan kendinizi koparabilirseniz. Biz bu kez cafe yerine kapının önündeki seyyar satıcıları tercih ettik (Çocuklar talep etti, biz mecbur kaldık demek daha doğru olur). Önce mısır talep edildi ve mevsimi olmadığı için tadı beğenilmedi. Ardından uzun gezinti sonrası acıkan mideler simide talip oldu.
Giriş kısmındaki bu taş kitap ise çocukların çok dikkatini çekti. Üzerini okuduk ve Topkapı Sarayı ile ilgili küçük bilgilerle de Gülhane Parkı’nın değerini pekiştirdik.
Bu kadar yol gelmişken Sultan Ahmet Meydanı’na da bir “merhaba” demeden olmazdı. Amaç sadece Gülhane Parkı’nı ziyaret etmek olduğu için; Sultan Ahmet Camii, Ayasofya ve Topkapı Sarayı ile müzelere hiç yönelmedik. Sadece Sultan Ahmet Meydanı’nda azıcık soluklandık. Ardından Tekrar Gülhane Parkı’na girerek ters istikamette, geldiğimiz sahil kapısına geri döndük.
Çocukların özgürce hareket edip koşabileceği, toprağa dokunabileceği, çiçekleri koklayabileceği, tarihi soluyabileceği ne kadar az mekan var diye düşündüm. Çoğu şeyi tükettiğimizi fark ettim. En azından bunlara sahip çıkabilelim. Hak ettikleri değeri verelim. Gülhane ilkbaharda ayrı bir güzel. Bu güzelliği yaz gelmeden tadın. İçeri adım attığınızda şöyle deriiin bir nefes alın ve tarihi kanınıza karıştırın.